3 Şubat 2017 Cuma

MARTI JONATHAN LİVİNGSTON

  
    Bugün 13:20'de başladım kitabı okumaya ve 14:19'da bitirdim. 1 saatte bitti yani kitap, 147 sayfa ve içinde martı resimleri var ara ara o yüzden hızlı okunuyor. Bu kitabı ikinciye okuyorum. Lisede okumuştum bir öğretmenimiz tavsiye etmişti yanlış hatırlamıyorsam ve aklımda güzel bir kitap diye kalmıştı. Öyle hatirladigim icinde kitapçıda görünce kiz kardeşim kitap alıcaktı bu kitabı tavsiye ettim. Ama şimdi okuduğumda aynı etkiyi bırakmadı bende. Dördüncü bölüm ilavesiyle genişletilmiş yeni baskı yazıyor kitabın üzerinde benim okuduğumda bu 4.bölüm olmayabilir. Yaklaşık 12-13 sene önce okudugum icin hatirlamiyorum 4.bölüm varmıydı yokmuydu. Benim okudugumun dış kapağı mavi ve üzerinde martı resmi vardı diye hatırlıyorum.




      Kitapta Martı Jonathan Livingston'ın yaşam öyküsü anlatılıyor. Kitapta adını bu martıdan alıyor. Diğer martılar sadece yiyecek bulabilmek için uçarken martı Jonathan onlardan farklı düşünüyor. Onun için önemli olan yemek değil uçmak. Uçmayı büyük bir tutkuyla seviyor Martı Jonathan. Ama diğerleri için uçmanın tek anlamı, karınlarını doyurabilmektir. Bunun dışında birşey öğrenmek için ugraşmazlar, öğrenmek istedikleri birşey yoktur. Martı Jonathan Livingston ise hızlı uçabilmeyi öğrenmek istiyor çabalıyor, farklı uçma stillerini deniyor. Sürekli bunun için uçuş denemeleri yapıyor. Annesi ve babası ona kızıyor iyice zayıfladın kendine yiyecek bulmak içinde uçmalısın diyorlar. Kış geliyor artık bakıkçı tekneleride azalacak diye uyariyorlar. Oysaki onu mutlu eden şey yiyecek bulmak değil özgürce uçmak. Ve kitabın ikinci bölümü "Burası cennet olmalı" kısmında sayfa 60'da martı Jonathan başka bir martıya "Nereye gidiyoruz? Cennet diye bir yer yok mu?" diye soruyor. O da cevap olarak "Hayır Jonathan böyle bir yer yok. Cennet bir yer, bir mekan değildir, bir zaman dilimi değildir. Cennet öğrenmektir, mükemmelliktir." diyor. Yani kitapta cennet tanımı bu şekilde yapılıp saçmalanıyor. Sayfa 72'de de "İnancı unut. Uçmak için inanca ihtiyacın yok, sadece uçmayı anlaman yeterli. Hadi tekrar dene." diye bir paragraf var. Bunada katılmıyorum. İnanmak başarmanın yarısıdır. Sanırım bu kitabı yazan yazar inançsız!!! Birşeyi anlasamda inanmıyorsam kendime uğraşmam çabalamam ben. Diger kisimlarda Marti Jonathan'in yaptiklarini azmini basarisini anlatiyor. Marti Jonathana göre uçmak bir martının  en dogal hakki, özgürlük onun doğasında var ve bu özgürlüğü engelleyecek ne varsa; gelenekler, batıl inançlar ya da herhangi bir şekildeki sınırlamalar, tümü bir kenara bırakılmalıdır. Ve Jonathan bir kuşu özgür olduğuna ikna edebilmenin Dünya'nın en zor işi olduğunu söylüyor. Üstelik çok kısa süren bir çalışmayla bunu diğer kuşlarında anlamasının mümkün olduğunu söylüyor. Ama buna rağmen bunun niçin bukadar güç olduğunu sorguluyor.





Aslında bu martının öyküsünü, hayata bakış açısını biz kendimize uyarlayabiliriz. Tabi o olumsuz olarak bahsettiğim kısımlar dışında. Yazar kitabın ilk sayfasında o anlamda "İçimizde yaşayan gerçek Martı Jonathan'lara..." yazmış.
Bir martı nasılki sıradan bir martı olmayıp sadece yiyecek için uçmayıp, sürekli yeni birşeyler öğrenmek için çabalıyor yeni şeyler deniyorsa; bizlerde sürekli yeni birşeyler öğrenip azimli olup hedeflerimizi gerçekleştirebilir istediklerimizi başarabiliriz. Kitapta martının en önemli özelliği azimli olması öğrenmeye istekli olması. İnancı önemsemiyor ben buna kesinlikle katılmıyorum. Azim ve inanç birarada olursa başarı sağlanır diye düşünüyorum.

2 Şubat 2017 Perşembe

ÖYLE BİR BEDEL Kİ...

Hayatimda okudugum en uzun roman sanirim... Tam 638 sayfa. Yaklasik on gun elimde dolasti kitap. Ilk 300-350 sayfasini okumak biraz sıkıcıydı çünkü kitabı uzatmak adına farklı olaylar anlatılıyordu, ama asıl olaylar kitabın yarısından sonra başlıyo ve ondan sonra elimden bırakamadım. Kitabın diğer yarısı iki günde bitti. Canan ve Aslı iki kız kardeş. Aslı beş yaşındayken annesi ve babası ayrılıyor. Annesi ve babası her ikiside doktor. Annesi idealist bir doktor kariyerini herşeyin önünde tutuyor. Çünkü hayatında çok zorluklar çekerek bu mesleği elde etmiş. Annesi ve babası okumasına karşıymış, ve okumak istediği için evlatlıktan reddetmiş yurtta kalarak okumuş ve tıp fakültesini kazanmış.  Ve kızlarının da böyle azimli olup doktor olmalarını istiyor. Aslı istediği gibi doktor oluyor ama Canan halkla ilişkiler okumayı tercih ediyor. Aslı Tıp Fakültesi'ni Istanbulda okuyor. Üniversite hayatı boyunca Ercan en yakın dostu, arkadaşı 4 yıl hep birlikte takılıyorlar. Bu arada Canan kalp hastası ve İzmir'de annesinin ve babasının görev yaptığı hastahanede tedavi görüyor. Aslı stajını yapmaya annesinin ve babasının olduğu hastahaneye Izmire geliyor. Kızkardeşi Cananda çok yakın bir zamanda tedavisi bitip eve taburcu oluyor. Kız kardeşi stajını o hastahanede yapacağı için onun yerinde keşke ben olsaydım diyor. Çünkü hastalığı sırasında kendisi ile ilgilenen doktoru Sinan'a aşık oluyor. Sinan her hastaya davrandığı gibi davransada Canan ona karşı duygusal birşeyler hissediyor ve her davranışını yanlış anlıyor. Bir doktorun hastaya halini hatrını sormasını kendisi ile ilgileniyor gibi düşünüyor. Tedavisi bittiği için artık Sinan'ı göremeyeceği için üzülüyor. Kızkardeşi Aslı'nın yerinde olsa hergün onu görebileceğini düşünüyor. Ama kızkardeşine bişey söylemiyor. Aslı birkaç defa Sinan ile hastahanede yemeklerde denk geliyor ama hiç konuşmuyorlar. Aralarında bakışmalar oluyor ve bir etkileşim oluyor konuşmasalarda. Canan hastahaneden çıksada ara ara kontrolleri oluyor ve kontrole gideceği zaman Aslı beraber gidelim diyor ve o zaman Sinan ile resmen tanışmış oluyorlar. Canan tedavi görürken kızkardeşinden bahsetse de Aslıyı yeni tanıma fırsatı oluyor Sinanın. Daha öncedende aralarında bir etkileşim olduğu için artık konuşmaları yeni bir Aşka doğru yol alıyor. Buarada Aslı'nın Üniversite'den en yakın arkadaşı dostu Ercan Aslı'nın olduğu hastahaneye geliyor orada çalışmaya başlıyor. Aslı görünce çok şaşırıyor tabi süpriz yapmak istediğini söylüyor Ercan. Ama Aslı bu süprize pek sevinemiyor çünkü Ercan duygusal olarak bişeyler hissediyor Aslıya Aslı ise sadece onu bir dost olarak çok seviyor. Aslı'nın kalbi ise Sinan için çarpıyor ondan hoşlanıyor. Ercan Aslıyı o kadar çok seviyor ki onun için İstanbuldaki hayatını bırakıp Izmire onun olduğu hastahaneye geliyor. Ama Aslı'nın o tepkisi Ercanı şok ediyor. Ercan'ın gelmesi Sinan'ı da rahatsız ediyor, çünkü sevdiği etkilendiği kadına aşık olan birisi var. Ve Aslı Ercanı dost olarak hayatında istiyor Sinanıda sevgilisi olarak. Duyguları olduğu icin Ercan bunu kabul etmiyor. Ancak sonrasinda hastahanede Ayse ile yakınlaşmasını Asli sagliyor ve aralarinda bir etkilesim oluyor gorusmeye devam ediyorlar. Tabi bunlari çok kisa geciyorum arada cok olaylar yasaniyor. Asli ve Sinan birbirlerine deli divane aşık. Ve artık Aslı ailesine anlatmaya karar veriyor. Babasına anlattığında babası anlayışla karşılıyor. Annesi kesinlikle karşı çıkıyor, çünkü kızının evlenmesinin onun kariyerini engelleyeceğini düşünüyor. Bu tepki karşısında sasiriyor Asli. Çünkü annesi cok büyük bir tepki veriyor, evlenirsen ben yokum bunu bil diyor. Annesini karsisina almak istemiyor ve bu iliskiyi bitirmeye karar veriyor. Bunu Sinan'a söylediğinde Sinan şok oluyor, çünkü Aslı evlenmeyi düşündüğü herşeyden çok sevdiği kadın ve onun uğruna herşeyi göze alabilir. Nasıl olurda ayrılalım diyebilirdi. Tabi buarada Sinan asla vazgeçmeyeceğini söylüyor, Aslıyı kaybetmemek için herşeyi yapıyor. Aslıda Sinan'ı çok seviyor ama sırf bu kararı annesi için veriyor. Hastahanede Aslıya platonik aşık olan Doktor Ayhan var, Aslı ile yemeğe çıkmak istiyor. Aslıda seninle yemeğe niye çıkıyım ki diyor, kabul etmiyor. Ama Ayhan saplantı haline getiriyor Aslıya karşı duygularından vazgeçmiyor. Ara ara hastahanede yine rahatsız ediyor Ayhan Aslı'yı. Bu arada kitapta Aslı'nın hastalarındandan bahsediyor onlara hiç girmedim onlar baya uzatıyor kitabi. Aslı'nın hastalarından Samet çocuk esirgeme kurumundan gelmişti. Aslı Sametle özel ilgilendi ve çok ayrı sevmişti. Ve birgün Samet hastahaneden kaçırılıyor. Bu durum Aslıyı çok üzüyor, kaçırılmadan önce o gece Aslı Ayhan'ı gördüğünü hatırlıyor. Ve çocuk hastahaneden kaçırıldığı için polise ifade vermeye gittiğinde Aslı çocuğun kaçırılma işinin içinde Ayhan'ın olabileceğini söylüyor. Polisler Ayhan'ın ifadesini alıyor ama ellerinde delil olmadığı için serbest bırakıyorlar. Aslinin ilgilendigi cocuklardan Sametin kaybolmasi Asliyi cok etkiliyor. O aksam eve gittiginde cok kotu oluyor Asli. Sevdigi adam Sinan merak edip eve gidiyor Asliyi görmeye, Canan kapiyi aciyor. Aslinin yanina gidip sariliyor sevgilim nasilsin seni cok merak ettim diyor Sinan. Ve Canan şok olmuş durumda izliyor kardeşi ile Sinan'ı. Çünkü Sinan doktoru aşık olduğu adam kardeşine sevgilim dedi. Sinan gittikten sonra kardeşine bunu bana nasıl yaparsın diyor, sen Ercanı sevmiyormuydun. Canan, Ercan kardeşini sevdiği için  çok yakın arkadaş oldukları için ve onları beraber gördüğü için ikisini sevgili zannediyordu. Sinan'dan hiç şüphelenmemişti. Sevdiği gelecek için hayaller kurduğu adam kardeşi ile bir ilişki yaşıyordu. Yikilmisti Canan ve kardeşine cok ağır konustu. Kardeşide cok şaşırmıştı çünkü ablasının Sinan'a duyguları oldugunu bilmiyordu. Evlenme planları yaptığı Sinan'ı ablası seviyordu, ve ablasi cok agir konuşmuştu bunun üzerine evi terk ediyor Aslı. Kimsenin telefonlarına bakmıyor Sinan'dan kesin ayrılması gerektiğini düşünüyor. Psikolojisi alt üst oluyor. O aksam arkadaşı Gül'de kaliyor. Ve ise gittiginde cok kötü oldugunu herkes anlıyor Aslı'nın. Bu durumu Sinan öğrendiğinde ben Canana hic umut vermedim ki nasıl böyle birşey olabilir diye o da şaşırıyor. Ayhan serbest bırakıldıktan sonra birgun hastahanede Asliyi rehin aliyor. Kafasına Silahı dayiyor. Seni kazanmak icin herseyi yaptım beni istemedin. Simdi seni sevdiğin adamın gözleri önünde öldüreceğim diyor. Bu sirada gören hemşireler polisi ariyor ve polis geliyor. Ama mudahele edemiyorlar. Çünkü Aslı'nın kafasına silah dayadığı icin heran vurabilir.  Aslı'nın annesi babası Canan herkes geliyor. Sinan'da haberdar oluyor ve geliyor. Tabi sevdiği kadının bu durumda oldugunu görünce çıldırıyor. O sırada birsey oluyor sanirim Ayhan'ın hastalarından biri ona dogru giderken biranlık boşluktan yararlanıp Sinan Aslı'nın ustune atliyor. Polislerde o sirada Ayhan'ı vuruyor. Sinan'da kolundan vuruluyor ama sevdiği kadını ölmek pahasına kurtarıyor. Kaç erkek sevdiği uğruna kendi hayatını hiçe sayabilir. Bu olaydan sonra herkes Aslı ve Sinan arasındaki aşkın ne kadar büyük olduğunu görüyor. Bu büyük sevgi karşısında Canan kardeşine haksızlık ettiğini düşünüyor.  Onların birbirini gerçekten sevdiğini ve kendisi yüzünden olumsuz bişey söylememesini istiyor kardeşinden onu evlenmeleri konusunda ikna ediyor. Cananın bu yaklaşımından sonra Aslı rahatlıyor. Ama annesi asla ve asla onay vermiyor. Sen Sinan ile evlenirsen Canan günden güne erir, ablan üzülürken sen nasıl mutlu olabilirsin diyor. Aslı Cananın bu konuda kendisi ile konuştuğunu ve Aslı'nın evlenmesi için ikna ettiğini söylüyor. Aslı ve Sinan evleniyorlar. Her ne kadar bu durumu Canan başta kabulleniyor gibi konuşsada sonrasında içten içe üzülüyor, kalp için kullandığı ilaçları kullanmamaya başlıyor intihar ediyor yani yavaş yavaş. Ve evliliğinin 3.ayında hamile kalıyor Aslı bir kız çocukları olacak Sinan çok mutlu oluyor. Canan ilaçlarını kullanmayı bıraktığı için günden güne daha kötü oluyor ve birgün çok kötü olup hastahaneye kaldırılıyor. Annesi Aslıyı arayıp ablasının son zamanında yanında olmasını söylüyor. Aslıda o anda araba kullanıyor ve bu haberi alınca annesinden hastahaneye ablasının yanına gitmek üzere dönüyor. Ve kavşakta kamyon ile çarpışıyor, başından darbe alıyor. Hastahaneye getirildiğinde beyin ölümü gerçekleşmiş eşi Sinan yaşaması için elinden gelen müdahaleyi yapıyor. Ama Aslı'nın kalbi duruyor. Aslı'nın babası o kalbin diğer kızı Cananla uyumlu olduğu için Canana kalp nakli yapılıyor. İki kızımıda kaybetmiyim en azından biri yaşasın diye düşünüyor babası. Canana kalp nakli yapılmasaydı o da ölecekti. Aslı kurtarılamasa da bebeği sezeryan ile alınıyor.  Ama Sinan sevdiği kadını karısını kaybetmenin verdiği üzüntü ile   bebeğini kucağına alıp o mutluluğu yaşayamıyor. Ve orayı terkedip gidiyor. Bebeği Sinanın annesi ve babası alıyor. Canan tüm bunları iyileştikten sonra öğreniyor. Kızkardeşinin kalbi artık onda. Kızkardeşinin bebeğini görmeye gidiyor,  3 aylık olmuş ve aynı kardeşine benzetiyor bebeği. Kızkardeşini görmüş gibi oluyor bebeğe bakınca. Sinanın nerde olduğunu soruyor annelerine ama onlarda bilmiyor. Aslı öldükten sonra Sinan buraları terketti diyor annesi. Daha sonra Sinanın yerini Ercandan öğreniyor ve yanına gidiyor Canan. Sinanı saç ve sakal birbirine karışmış bir şekilde buluyor. Cananı görünce konuşmak istemiyor, kavga ediyorlar. Cananın duyguları Sinana karşı hiç değişmemiş ve onu hala çok seviyor. Bunları Sinan'a ifade ettiğinde kardeşinin yokluğunu çabuk atlatmışsın diyor sinirleniyor. Canan senin kızın var hayata tutunman gerekiyor, bak kızının resimleri diyerek telefonuna çektiği resimleri gösteriyor Sinan'a . Aynı Aslı diyor Sinan. Ve Canan doktor Uğur'un kendisine evlenme teklifi ettiğini eğer Sinan kabul etmezse onunla evleneceğini söylüyor. Aslı'nın kalbi bendeyken benim başkası ile evlenmeme razı olabilecekmisin diyor Canan. Sinanın üzerine çok fazla gitti ve Sinan evinden kovdu kolundan tutup dışarı attı Cananı kapıdan. Daha sonra Canan kardeşinin mezarına kardeşinin bebeği ile gittiğinde orada Sinan ile karşılaşıyor. Ve Sinan orada Canana Aslı'nın kalbi sendeyken aşık olduğum kalbi başkasının sevmesini senin başkası ile evlenmeni kabul edemem diyor. Aslı'nın kalbi bana ait. Sinan Canan ile evlenmeyi bu sebeple kabul ediyor. Sinan kızı ve  Canan yollarına birlikte devam ediyorlar...  
Sonunu hiç böyle tahmin etmedim. Ne garip bir son... Ben Aslı ve Sinanın Canan yüzünden ayrılacağını veya ikisinden birinin başına birsey geleceğini düşünmüştüm. Kitabın son 200 sayfası aşırı gerilim doluydu ve ne olacak ne olacak diye soluksuz okudum şaşkınlıkla. Aslı karakteri çok iyi bir karakterdi kitapta. Sadece kendisine aşık olan Ercana dost gözüyle bakıp hayatında olmasını istemesine kızmıştım biraz Aslı'nın. Ona karşı bir duygusu yoksa hayatından çıkarmalıydı Ercanı. Aslı ve Sinan arasındaki sevgi çok güzel işlenmişti. Ama Aslı kucağına dahi alamadı kızını. Bu kitaba bu son yakışmadı. Yani Cananın kız kardeşinin ölümünden sonra duygularım değişmedi Sinan'a karşı deyip evlenmesi şaşırttı beni.  İçim buruk bitirdim kitabı. Aslı'nın ölümünden sonra Canan ve Sinanın mutlu olabileceğini düşünmüyorum. Ama hayatlarına öyle devam etmeye karar verdiler. Bizlerde hayatta neler yaşıyacağımızı bilmiyoruz, kaderimizde ne varsa onu yaşıyoruz muhakkak. Özet çok uzun oldu ama 638 sayfanın özetini ancak bu kadar kısaltabildim. 

27 Aralık 2016 Salı

24 SAAT

  Ve sonunda 1 aydir elimde olan Hande Firat'in yazdigi 24 Saat kitabini bitirdim. 24 Saat 15 Temmuz'un kamera arkasini anlatiyor. Hande Firat'in kaleminden son yuzyilimizin belkide en onemli 24 saatinin hikayesi. 15 Temmuz ulkemizin yasadigi en uzun ve en karanlik korku dolu bir geceydi hepimizin bildigi gibi. Umarim son karanlik gecede 15 Temmuz olur. O gecenin hatta ulkemizin kaderini degistirecek olan baglantiyi yaparak cumhurbaskanimizin halka cagrisini Facetime üzerinden gerceklestiren Hande Firat'a tesekkur ediyorum. Kitabi okurken o geceyi tekrardan yasadim sanki, cunku bizim bilmedigimiz ama 15 Temmuz'un daha sabahindan baslayan bu kalkismanin nasil basladigini ayrintilariyla anlatiyor. Kitapta beni rahatsiz eden Dogan medyanin ovulmeye calisilmasi! Terorden daha alcakca olan kendi silahlarimizi kendi halkimiza ceviren hainlere karsi tabikide devletinin milletinin yaninda olacaksin. Ama bu Doğan medyanin su zamana kadar cumhurbaskanimiza yaptigi hakaretleri veya hukumetin karsisnda bir tavir aldigini degistirmiyor. Kitapta hurriyet gazetesi yazari Murat Yetkin dertlerinin habercilik oldugunu muhalefet etmek yada yardakcilik etmek olmadigini soyluyor sayfa 156da! Ve ulkenin cumhurbaskaninin bile gerektigi zaman sesini duyurmaya ihtiyaci olabiliyormus diyor! Ulkenin cumhurbaskanininda ihtiyaci olabilir tabiki sesinin duyurulmasina. Ama siz " Dogan Medya" hicbirzaman cumhurbaskaninin yaninda olmadiniz. 15 temmuz aksami hainler Cnnturk ve hurriyet gazetesinin binasini bastığında halkimiz geldi sizi kurtarmaya halk sizin yaninizda oldu bunuda unutmayin. Halk herşeyi görüyor ve haklı olduğunuzda da yanınızda olur! Cumhurbaskanimizin o aksam Hande Firat'a baglandiginda yaptigi tarihi konusma! "Bu arada tabii milletime de bir cagri yapiyorum. O da sudur: milletimizi illerimizin meydanlarina davet ediyorum, havalimanlarina davet ediyorum. Ve milletce meydanlarda havalimaninda toplanalim, bunlarin o azinlik grubu tanklariyla toplariyla gelsinler, ne yapacaklarsa halka orada yapsinlar. Halkin gucunun uzerinde bir guc tanimadim bugune kadar, bundan sonra da zaten boyle birsey tanimamiz soz konusu degil." Cumhurbaşkanımızın görüntüsü, yaşadığı, güvende olduğunu öğrenmemiz bile bizleri halkımızı rahatlatmıştı ve milyonlar gibi bende çok sevinmiştim.  Birde kitapta sayfa 91'de Hande FIRAT diyor ki Cumhurbaşkanımızın Cnntürke "tamam " diyeceğini düşünmüyordum. Niye düşünmüyordu? Çünkü siz CNN Türk olarak yani Doğan Medya Grubu olarak herzaman Hükümet'in ve Cumhurbaşkanı'nın karşısında yer aldınız. Demek ki Cumhurbaşkanımız tamam diyebiliyormuş ve kanal ayırımı yapmadan konuşuyormuş. Birkaç yer rahatsız etti beni kitapta onlarıda dile getirdim. 15 Temmuz gecesi darbe kalkışmasının olduğu saatlerde terasta ailemle oturuyorduk ve darbe haberini abim telefonla arayarak vermişti bana. Duyduğumda verdiğim tepki ilk söylediğim söz "Ne darbesi?" oldu. Bu zamanda darbemi olur bu yaşıma kadar darbe görmedim darbe nedir bilmiyorumki. Televizyonu açtığımızda canlı yayında Boğaz'da halkın üzerine ateş açıldığını gördük. Canlı yayında ülke olarak korku ve gerilim filmini yaşadık. Bu filmin 2016 yılında Türkiye'de yaşandığına inanmak istemiyorduk tabiki. Bunun adı darbede değil şuana kadar tarihimizde yaşadığımız en büyük terör saldırısı. Amacına ulaşsaydı ülkemiz parçalanmıştı. Bize düşman olan ülkelerden başta Amerika olmak üzere ülkemize girmisti. Şuan hala Fethullah Güleni iade etmeyerek soğuk savaş açmış durumda ulkemize Amerika. Dünya Medya'sında ülkemizin büyümesini, gelişmesinihazmedemeyenler kalkıp asker Türkiye'de duruma el koydu diye haber yaptılar ama Rabbim o hainleri sevindirmedi ve ülkemizi korudu şükürler olsun. Şerlerden doğan nice hayırlar var o yüzden bunların yaşanmasında mutlaka bir hayır vardır. Ülkemiz için çok daha güzel günler olacak inşallah. Cumhurbaşkanımızın o akşamki konuşmasında dediği bir sözle yazımı bitiriyim. "Bu milletin güçlenmesini hazmedemiyorlar ama onlar isteseler de istemeseler de hak nurunu tamamlayacaktır."

3 Mayıs 2016 Salı

KÜRK MANTOLU MADONNA

   28 Nisan Persembe Teog sinavinda gozetmen oldugum gun okumaya basladigim Kurk Mantolu Madonnayi bugun Tekirdag'dan Istanbula donerken yolda okuyup bitirdim. Kitap bittiginde icim acidi, bir huzun kapladi icimi sonu dramla biten romanlari sevmiyorum galiba. Oncelikle ilk 100 sayfasi surukleyici degildi sklarak sirf bitsin diye okuyodum ama kitabin yarisindan sonra elimden birakamadan okudum.Otobuste kitap okuyamayan ben ne olacagini merak ettigim icin otobuste bile okudum. Kitabin ismi Raif Beyin bir resim sergisinde Kurk Mantolu Madonna resmini gorup o resimden cok etkilenmesinden adini aliyor. Daha sonra o resmi yapan Kurk Mantolu Madonna yani Maria ile tanisiyor. Ilk basta dostluk ile baslayan iliski sevgiye donusuyor. O zamana kadar kimseyi sevmeyen kimseyi sevebilecegine inanmayan Maria Raif Beyi seviyor. Raif Beyde hayatinin en guzel 4-5 ayini yasiyor onunla. Maria hasta oluyor hastaneye kaldiriliyor. Raif bey gece sabaha kadar hastahanenin etrafinda onu bekliyor. Sonra Marianin yanina sabah ziyaretci alindigi vakitte gidiyor. Maria Raif Beye bizde eksik olanin ne oldugunu buldum diyor. Ben sana inanmamistim.. Ama artik senin beni sevdigine inaniyorum diyor. Hastahaneden eve cikinca Maria, Raif Beye Turkiyeden telgraf geliyor babasinin oldugune dair ve Turkiyeye donuyor. Daha sonra irtibatlari kesiliyor. Maria nin annesi Pragli galiba oraya tasiniyolar tanidiklari kisilerdende haber alamiyor. Turkiyede evleniyor cocuklari oluyor ama icinde sadece Maria var oraya kimseyi almiyor. Esini bakmak zorunda oldugu yabanci gibi goruyor. Aradan 10 sene geciyor Ankarada birgun Marianin akrabalarindan biri ile karsilasiyor. Ve o kisiye Mariayi bi sekilde soruyor. O da "Iyi bir ressamdi" diyor. Bunun uzerine hala degil mi deyince onun oldugunu soyluyor. Onun öldugunu bilmeden Raif Bey on sene boyunca onu sevmeye devam ediyor, bir kizi oldugundan habersiz. Orada konustugu kisinin yaninda olan kiz cocugunun kendi kizi oldugunu anliyor anlatilanlardan sonra. Kizida  ondan kalan bir parca oluyor. Ve kitap boyle huzunlu tuhaf bitiyor. Daha once Sabahattin Ali hic okumadim, ilk okudugum kitabi ve sanirimda son olacak. Ickiden nefret eden biri olarak icki bira kelimelerinin ustunu karaladim kitapta. Ickiden bahsetmeden roman yazilamiyor mu? Allahin haram kildigi bu sey kitaplarda olmak ozendirilmeye calisilmak zorunda mi!!!  Ayrintilara girmeden kitabin kisa ozeti boyle. Raif beyin babasi ile iliskisi veya Kurk Mantolu Madonnanin isine vs. girmedim. Yoksa cok daha uzardi ozet. Bloguma yazmayi ozlemisim hemen yeni bir kitaba daha baslamali :)

26 Ekim 2015 Pazartesi

MÜMİN GÜNEŞTEN ÖNCE UYANIR GÜNEŞİ UYANDIRIR

     
      Sabah ezanını dinlemenin verdiği huzur hiçbirşeyde yok!  

     Gecenin bu sessizliğinde yalnız olmadığını Rabb'inin seni huzuruna beklediğini bilmek ne güzel....

     Bizlere Müslüman bir ülkede doğmayı, yaşamayı, ezan sesini duymayı nasip eden Rabb'imize sonsuz hamd olsun. Ve diğer vakitlerin ezanından farklı olarak söylenen, "Essalatü hayrun minen nevm" kısmı çok etkileyici. (Namaz uykudan hayırlıdır!)

     Rabbim bizleri namazı dosdoğru kılan kullarından eylesin inşallah. Bu sabah, sabah ezanı okunurken hissettiklerim böyleydi. Aslında tüm hissedilenleri kelimelere dökmek zor. Ömrümüzün her gününe sabah namazıyla başlayabilmek duası ile...
Hayırlı sabahlar...
                                                      26.10.2015

13 Ekim 2015 Salı

KELEBEĞİN HAYAT SIRLARI

Bu kitap uzun zamandır alıp okumak istediğim bir kitaptı. Cumartesi günü dışarı çıktığımda almak kısmet oldu. Cumartesi akşamı okumaya başladım biraz. Kitap farklı konu başlıklarından oluşuyor, her konu başlığını 2-3 sayfa anlatmış. Farklı farklı konu başlıklarında farklı olaylardan bahsedilse de kitapta bir sürükleyicilik var kopuk değil. Elimden bırakamadan okuyarak pazar günü 22:02'de kitabımı bitirdim öyle
uyudum :) Pazar günü için planım farklıydı aslında hava güzel olursa dışarı çıkmayı düşünüyodum. Pazar sabahı uyandığımda havanın yağmurlu ve kapalı olduğunu görünce dışarı çıkma fikrinden vazgeçtim. Yağmurlu bir günde türk kahvemide yapıp kitabımı okumaya karar verdim.  Okullar açılalı 2 hafta oldu ilk haftaların yoğunluğu ile kitap okumaya vakit ayıramamıştım kitap okumayıda özlemiştim adeta çok iyi oldu pazar gününü böyle değerlendirmek.
   Kitabın arka kapağındaki yazıyı çok beğendim ve kitabın içindekileri biran önce okumak istedim. Kitabın içinde beğendiğim kısımlar kadar beğenmediğim bölümler de var. Kitapta farklı birçok konudan bahsedildiği için özetlemek zor. Genelde her okuduğum kitapta en beğendiğim cümleleri kitabın ilk sayfasına yazarım. Bu kitapta da en çok beğendiğim ve kitabın ilk sayfasına yazdığım iki cümle: " Yarın bugündür. Yaşadığın herşey de şu andır."  "Sadece güneşli günlerde yürürsen gideceğin yere varamazsın." 

 
Ve kitapta beni etkileyen aklımda kalan yerlerden biride "İnsanların ölmeden 1 saat önce söyledikleri" bölümüydü. Alman bir hemşire hastanede ölümü kesin hastaların son 1 saatlerinde yanlarında olma görevini devralmış. Ve yıllar sonra yaşadıklarını yazmış. İnsanların en büyük pişmanlıkları: Tahmin edin insanların en büyük pişmanlıkları ne? "Başkasının/başkalarının hayatını yaşamış olmak!" Bunu yapan insanların çok olduğunu söylüyor Nil Karaibrahimgil, "Kendimi rafa kaldırayım ve 'onun' ya da 'onların' senaryosunda rol oynayayım" diyen çok diyor bu fikrine bende katılıyorum. İnsanlar bukalemun gibi birçok kimse olduğu gibi kendi değil. İkinci en büyük pişmanlıkları da şuymuş: "İnsan ömrünün sadece kısa bir bölümü sağlıklı. O dönemde doya doya yaşamadım sağlığımı. Koşmadım, seyahat etmedim vs." Kitapta kesinlikle katılmadığım ve bir anne olarak Nil Karaibrahimgil'e kesinlikle yakıştıramadığım bölüm bir kadın kürtaj olmaya gidiyorsa kendine göre haklı sebepleri olabileceğini savunuyor. Kürtajın hiç bir şekilde haklı bir gerekçesi olamaz! KÜRTAJ BİR CİNAYETTİR! Kürtaj yasaklansa da bir kadının kafasına koyduğunu yapacağını gidip hastahanede kürtaj olmak yerine bir apartman dairesinde tehlikeli alet edevatla ve cahil insanlarca yine kürtaj olabileceğini ve öyle mikrop kapmasındansa kürtaj(cinayet) serbest olsunu savunuyor! Oradaki ortam hijyenik mi değil mi onu düşünebiliyor ama orda bir cinayet oluyor onu düşünemiyor! Kürtajı kendisine göre savunuyor. Sayfa 284'te yazdığı bir paragraf: "Çünkü bir kadın, o çocuğa hayalindeki geleceği veremeyeceğini hissettiği anda karar verir, ruhunu kanatır, kafaya koyduğunu yapar. Bir kadın kafaya koyduğunu, en büyük yasaklar ülkesinde de yaşasa yapar. Nokta." Kesinlikle katılmıyorum bir insan kafasına koyduğunu yapar diyerek, kürtajın(cinayetin) yasaklanmaması savunulamaz ! Ve sayfa 285'te yine katılmadığım bir paragraf: "Yeni bir anayasa hazırlanırken, kadınların tepesine gökyüzü koyun, prangalar takmayın bedenlerine." Kürtajı yasaklamak demek kadınların bedenlerine prangalar takmak değildir benim için nokta.
 
Kitabın adından da anlaşılacağı gibi hayata dair herşeye değinmeye çalışmış Nil Karaibrahimgil, sıkılmadan bir solukta okuduğum bir kitaptı. Hayata dair herseyden kısa kısa kısa bahsettiği için ben sadece ilgimi çeken yerleri paylaştım.

 

2 Ağustos 2015 Pazar

GERÇEKTEN YAŞIYOR MUSUN? yoksa sadece nefes mi alıyorsun...

Bu kitap alıp okumak istediğim kitaplardan biriydi. İnstagramda takip ettiğim kişilerden birinin bu kitabi önerdiğini görmüştüm ve kitapçıya gittiğimde bu kitabı sordum yine ordada kitabi inceledim, kitabın arka kapağında yazan yazı beni çok etkiledi ve kesin almaya karar verdim ki kitabın ismi başlı başına etkileyici "GERÇEKTEN YAŞIYOR MUSUN? Yoksa sadece nefes mi alıyorsun..." 27 Temmuz 2015'te aldım kitabı ara ara okudum ve bu sabah sabah namazından sonra uyku tutmayınca kitabın geri kalan kısmını okudum ve 1 Ağustos 2015 8:39'da bitirdim. Kitabı okurken beğendiğim altını çizdiğim çok yer oldu, ağır ağır sindire sindire okudum hemen okuyım bitsin istemedim . Böyle bir kitabı özetlemek zor ama temel açlığımızın sevgi olduğundan bahsediyor. Hepimiz sevmek ve sevilmek isteriz şüphesiz. Ama bunu isterken kendimiz olmamız gerektiğini bukalemun gibi olmamamız gerektiğini seni sevsinler diye onların istediği gibi bir kişi olmak yerine kendin ol ve seni sen olduğun için sevsinler diyor bu şekilde olursa yaşantından huzur alacağını anlatıyor. Ve seni gerçekten sen olduğun için sevenler gerçek sevenlerindir diyor. Kendimizden başka herşey olmaya çalışıp, kendimiz olmaktan kaçtığımızı ifade ediyor. Ve kendimiz olmadıkça sadece yaşayan ölüler olacağmızı söylüyor. Yani kitabın isminin cevabı özet olarak bu kendin misin değilmisin eğer hayatında kendinsen gerçekten yaşıyorsun.
Sevgisiz elde edeceğin hiçbirşeyin insanı tatmin etmeyeceğini, yetmeyeceğini, açlığını doyurmayacağını ifade ediyor. Çok zengin olup son model bir araban, çok lüks bir evin olabilir ama sevgi olmadıktan sonra hiçbir önemi yok arabaya eve sarılamazsın diyor. Sevgi olmazsa hep birşeyler eksik. Sevgi yoksa hiçbirşey yok. Sevgi yoksa hayatında kazandığın, elde ettiğin, ulaştığın hiçbirşeyin değeri olmadığını anlatıyor. Yine kitaptan alıntı: "Evin içinde seni bekleyen yoksa ne anlamı var saray olsa?.. Ağlayabileceğin bir omzun yoksa, seni sadece sen olduğun için seven biri yoksa ne anlamı var milyonlarca doların olsa?... Sen direksiyondayken
seni seyreden, sana sevgiyle bakan birileri yoksa ne anlamı var son model otomobilin?" Ama bunlar sevgi ile birlikte olursa mükemmel olur. Eğer sen, sen isen, lüksün, daha fazla paranın hiçbir zararı yok.
   Birçok konuya değiniyor çocukluk, arkadaşlık, dostluk, aşk, evlilik, anne-baba çocuk ilişkileri, iş hayatı vb.  bunların hepsini özetlemekte şu an gerçekten zorlanıyorum ama elinin altında olup ara ara karıştırılması gereken kitaplardan biri. Yazarın kendisi Ermeni kökenli ve ahiret inancı yok çünkü öldükten sonra ne olacağı ile ilgili sayfa 195 te şöyle yazmış: "Belki ruhlar alemine geçiliyordur, belki tekrar dünyaya geliniyordur, belki aynı dünyada gözle göremediğimiz varlıklar olarak bedenlerine sahip ruhlarla beraber var olmaya devam ediliyordur." diye saçmalamış. Hatta bir sonraki sayfada sayfa 196da da "Ölenin nereye gittiğini gerçekten bilmiyoruz. Belki de ölümün ardından davul zurnalarla karşılanıyor ve geçmiş olsun deniyor." diyerek saçmalamaya devam etmiş böyle yazıları görünce insan ister istemez sinirleniyor! Bunun gibi bir çok görüşüne katılmadığım yer var. Mesela 35 yıl babası ile görüşmeyen bir katılımcısından bahsediyor, babası ile görüşmeye seni seviyorum demeye cesareti olmadığını yıllardır duygularını içinde tuttuğunu ama daha sonra cesaretini toplayıp babası ile görüştüğünü ve şimdi muhteşem bir baba kız ilşkileri olduğunu söylüyor. Buraya kadar bir şey yok ama cesaretini toplayıp babasının yanına gidebilmesi için iki şişe şarap içmesi  gerekmişti diyor ve cesaretin arkasında neden olarak şarap içmeyi gösteriyor ve size zehri veriyor tabiki buna da kesinlikle katılmıyorum.!İçki  Allah'ın kesinlikle haram kıldığı birşey! Ve hayatının akışını ciddi anlamda değiştiren olay olarak Türkiye Ermenileri Patriği ile tanışması olarak değiniyor kitapta. Bu yazdığı da bana uyan bişey değil  beni Mahmut Efendi Hz. veya Mahmud Esad Coşan hoca efendi gibi alimler etkileyebilir hayatımın akışını değiştirebilir. Ermeni misyonerliği yapıyor farkettirmeden! Birde şu paragrafa kesinlikle katılmıyorum müslüman bir kişinin hayatına tamamen zıt bir bakış açısı. Paragraf aynen şöyle: "Evli bir adama aşık olunmaz, evli bir kadın aşık olmamalı, hayatında biri varken başka bir aşk hayatına giremez demek haddime değil. Katılmıyorum da buna." yazmış. Savunduğuna bakarmısınız evli bir kadın başka birine aşık olabilir, evli bir adama da başka biri aşık olabilir, hayatında biri varken başka bir aşk hayatına girilebilir diyor, bu görüş bizim ahlak yaşantımıza dinimize  uygun mu tamamen ters! Evli olan bir kadının veya erkeğin gözü dışarı da mı olur veya evli olan bir erkeğe başkası nasıl bakabilir? Rabbim böyle zihniyetlerden korusun.  Yine sayfa 160ta kesinlikle katılmadığım paragraf: "Dostların cinsiyeti yoktur. Erkek, kadın,gey, lezbiyen, trans önemi yoktur. Bir erkek ve bir kadın dost olabilir mi ? Neden olmasın? Bir kadın ve bir erkek dost olunca mutkaka 'kadınlık' ve 'erkeklik' sirayet etmiyor." Bu sapıkça görüşüne de katılmıyorum dostların cinsiyeti yokmuş erkek, kadın, gey, lezbiyen, trans herşey olabilirmiş. Erkek ve kadın arasında dostluk olamaz bunu bir önceki okuduğum Ey Aşk Evliliğe Hazır mısın? kitabında da belirtmiştim. Ve sayfa 172'de ki bir cümle"Çocuğunun eşcinsel yönelimi de olabilir, genç yaşta hamile de kalabilir." İşte bir toplumun ahlakı nasıl yok edilir bu şekilde bir zihniyetle! Bu kişinin hayata bakış açısı bir müslümanın hayata bakış açısı değil kesinlikle. Kitapta  begenmediğim yerleri yazarın kesinlikle kabul etmediğim fikirlerini yazmaya çalıştım inşallah atladığım bir yer olmamıştır.

Beğendiğim kısımlar: 
🌟Dışarıda bir yaşam var, bir de ben... Her şey... Ölüm geldiğinde bitip gidecek bu yaşam. Yaşamak çok sade ve basit bir o kadar da karmakarışık... Üzülecek, sevinecek, düşecek, kalkacak, yaşayıp gideceğiz... Yaşarken nereye gittiğin belirleyecek sonunu... Er ya da geç sevdiklerimizi de yitireceğiz ölümün gerçekliğinde... Herşey gelip geçici..
🌟Hayalimizdekileri yapabilmek adına yaşamaya başlamamızın önünde en büyük engel başkalarının düşüncelerine verdiğimiz önem. Bu hayat senin hayatın. Kendi yaşamını yaşamadıkça başkalarını suçlayacak, bencilleşeceksin. En çok pişman olduklarımız içimizde biriktirdiğimiz yaşayamadıklarımız olacak. 
🌟Kendi isteklerimizi anlamadan sürekli başka insanların ihtiyaçlarını anlamaya çalışıyoruz. Kendin gibi yaşayarak ödeyeceğin en ağır bedel, kopya bir yaşamı yaşarken ödeyeceğin bedelden daha ağır olamaz. 
🌟Bir şey yapacak ya da başlayacaksan şimdi adımını atmalısın. Yarın değil, şimdi. Ertelemekten vazgeç. Yapman gerekeni şimdi yap ve kurtul. Ertelediğin her şey seninle yaşamaya devam eder, ayak bağın olur. Geçmişini kurcalamayı bırak. Bugünkü sorunlarını çözebiliyorsan zaten geçmişini çözüyorsun demektir. 
🌟Geçmişin izlerini silemem ama bugüne etkilerini değiştirebilirim. Bugünü geçmişten kopararak, bugünkü sorunlarımı çözerek geçmişimi kabus olmaktan sadece "olmuş olana" dönüştürebilirim. Bugün geçmiş yok. Geçmişten bugüne benim taşıdıklarım ve taşınmasına izin verdiklerim var sadece. Sen geçmişi bırakmadıkça geçmiş seni hiç bırakmayacak. 
🌟Başarı o kadar göreceli bir kavram ki... Başarılı bir hayatım oldu demek nasıl mümkün olur? 
Gerçekten taşıdıklarını yaşama geçiriyor musun?Sana bahşedileni dünyaya taşıyor musun? Gerçekten yaşayan sen misin yoksa yarattığın bir siluet mi? Benim için başarılı bir yaşam senin yaşadığın yaşam. Bir başka ifadeyle rekabete girmeden, kıyaslamadan, kendi kulvarında, kendi yolunda mükemmel denen tanımlanamayan bir başka olguyu değil , yapabileceğinin en iyisini yapman, yaşayabileceğinin en iyisini yaşamak. Başarının ihtiyaç duyduğu kavram "cesaret". Eleştirilmekten, dışlanmaktan o kadar çok korkuyoruz ki, ışıltılı yola geçemeden en yakındaki güvenli yola sapıyoruz ve kendimizi çıkmaz sokakta buluyoruz. 
🌟Bugün seni el üstünde tutanlar yarın üzerinden geçip gidebilir. Senin gücüne gelenler, hiç ummadığın anda uzaklaşıp gider. Kendi hayatını, seni sen yapanları, inandıklarını, sana ait olan hayallerini gerçek sevenlerinle yaşamak gerçek başarıdır. 
🌟Bugün milyonlarca insan aslında hiç de aradıkları olmayan, kendilerini yansıtmayacak başarı hedeflerinin, suni ideallerin peşinde koşuyor. Bu koşuşturma mutsuz insanları, kendiyle çevresiyle barışık olmayan insanları yaratıyor. 
🌟Sevgi emek ister, sevgi özen ister... Korkunun barınamadığı, korkunun karşısında yaşayamadığı tek şey sevgidir. Sevgi bedenle bütünleşerek var olur, aşkın tersine... Sevgi tek gerçektir. Sen sevgisin, ben sevgiyim, sevgisiz var olabilecek hiçbirşey tanımıyorum. Sevgi sınırsızdır. Başı ve sonu olamayacağı gibi, ne zaman bitti diye de soramazsın. Ya vardır ve hep kalır ya da yoktur. Sevginin bitmesi için ölmen gerekir. Ya da tutsak olmak. Bugün ben sevmiyorum, sevgiden uzağım diyen herkes tutsaktır.
🌟Üzüntü, kıskançlık, kızgınlık, korku, sevgi, arzu ve diğer tüm duygular ifade edilmediklerinde, arabanın benzin deposundan damlayan benzin gibi birikir bombaya dönüşür. 
🌟Çok paran olması da yoksul olmadığın anlamına gelmiyor. Çünkü bir üst sınır yok. Kıyasladıkça görüyorsun ki, kıyasladığın yere göre zengin veya yoksul oluşun değişiyor. 
🌟"Allah'ım bir gün insanlara istedikleri kadar para ver ki asıl ihtiyaçlarının o olmadığını anlayabilsinler." 
🌟Sevmediğin işleri yaptığın sürece ihtiyacın olan para sana gelmeyecek; gelse de yetmeyecek, tatmin etmeyecek. Sevdiğimiz bir şeyi borçlanarak alıyoruz; sonra o borcu ödemek için satın aldığımız şeyin keyfinden fazla stres yaşıyoruz. Cebindeki kadar yaşadığında, dik duracak gücün, tavrını koyabileceğin bir lüksün oluyor. Kredi kartların, kredilerin, borçlanabilme gücün senin satın alma gücün değil. Bizim olmayan parayı bizim sayıyoruz. Sonra da döngü hiç bitmiyor. 
🌟Sen yapabildiğinin en iyisini yapacaksın ve sadece kendinle yarışacaksın. Umurumda değil, başarısızlığımdan, beceremediklerimden haz duyan insanlar ve onların düşündükleri. Elde edilen başarılar, tatmin olunan bir hayat kimseye altın tepside sunulmadı. Birilerinden birşey bekleme, sen adımlar attığında birileri yanına gelir, seni bulur. Sen değeri ürettikten sonra, değerini bilen gelir. Her konuda, her kulvarda. 
🌟Bir şeyi de unutmuyorum ki, benim dışımdaki kişi ya da olayları değiştiremem, ben değişebilirim. Ben farklı bir yoldan gidebilirim. 

Bunlar kitapta beğendiğim kısımlar ama bunların yanında verilmeye çalışılan zehire dikkat!!!  Yazara göre "Gerçekten Yaşıyor Musun? Yoksa sadece nefes mi alıyorsun... " un cevabı kendimiz olduğumuz sürece gerçekten yaşayacağız, kendimiz olamadıkça sadece yaşayan ölüler olacağız. Bende kitabı okuduktan sonra yazarın kendi yaşantısını anladıktan sonra şunu söylüyorum, insanın kendi olması çok güzel ama İMANLA  birlikte olursa. Diğer türlü  istediğin kadar kendin ol sen daha Rabb'inin emrettiği imanın şartlarından biri olan ahiret inancını kabul etmiyorsan imanın yoksa bana göre YAŞAYAN ÖLÜSÜNDÜR.